11 Haziran 2011 Cumartesi

Cambazhane

CAMBAZHANE (İBB Şehir Tiyatroları)
Bir ağacın kavuğunda yaşayan cambazla, cambazhaneye gelen seyircilerden su toplayarak kurumakta olan ağacı yaşatmaya çalışırlar. Cambazhanede çalışan Lübü, ipte yürürken düşen arkadaşına yardım etmek ister. Bunun içinAağaçkakan ustanın ondan istediği kuru dalları bulması gerekir. Hem arkadaşını hem cambazhaneyi kurtarmak için Lübü'nün önünde zorlu ama keşiflerle dolu bir yol vardır.




28 Şubat 2011 Pazartesi

Öyle mi?



Tophane-i Amire binası Tekkubbe, heykeltıraş Saim Bugay’ın 77. yaş günü anısına “Öyle mi?” başlıklı karma kukla sergisine ev sahipliği yapıyor. 21 Şubat’ta açılacak sergi, sanatçının farklı dönemlerde öğrencisi olmuş 22 kişinin bir araya gelmesiyle yapılanıyor.

Her biri Bugay’ın anısına dair bir anlam içeren, farklı tekniklerde kuklaların sergileneceği sergi, 11 Mart’a kadar gezilebilir.

Katılımcılar:
Aslı Erkmen, Asuman Sübay, Ava Turak, Barış Dinçel, Başak Bugay, Başak Karafaki Köylüoğlu, Başak Özdoğan, Berkay Ateş, Berkay Köylüoğlu, Çağdaş Yazgan, Çağla Tulukçu Arkman, Deniz Orhon Kurdak, Ebru Öztaylan, Ela Aydemir, İsmail Hazır, Leyla Gezen, Müge Berkay, Ömür Cansen Kökeş, Özge Çekmez, Savaş Özdemir, Sedef Kermen, Şeyda Hacızadekordlar








Tesekkür faslı;
en öncelikle bu sergi mevzu ilk ortaya çıktıgı andan itibaren, her gün “yap, o kuklayı” bakıslarını üzerimden çekmeyen, güveni, ısrarı ve zorlayıcılığı için Candan Seda Balaban’a, bana atölyesinin kapısını ardına kadar açan, günlerce isini gücünü bırakıp benimle beraber çalışan, üşüdügümde sobayı yanıma tasıyan, acıktıgımda karnımı doyuran, surat astıgımda beni egleyen, panik atak nöbetlerini yerime üstlenip beni huzura erdiren, yavas yavas ve ürkütmeden bünyesine sızmaya çalıştıgım insan Bülent Nomer’e , bu sergiden beni haberdar ettiği için canım ve eski dostum Başak Özdagan’a, vaktini ve emeğini bu organizasyona ayırdığı için Başak Bugay’a ve en çok “kukla”yı hayatıma soktugu için, üzerimde emek verdigi her saniyeye minnet duyduğum Saim Bugay’a son olarak ta her satırına asık olduğum Ferhan Şensoy’a sonsuz tesekürler…
Sedef Kermen 2011












“ÖYLE Mİ...?”
“…Çocukken en çok istediğim bir kemanımın olmasıydı. (…) Almadılar, ben de keman yaptım kendime… Düşün, dört yaşında çocuk nasıl keman yapabilir? Tahtadan keman… Teller gererek, bilmem ne yaparak… At kuyruğundan yaylar yaparak… Ses çıkmadı sonuçta. Ama ben yontuyorum işte…”
Saim Bugay gibi Türk heykelinin önemli bir ismi neden kukla sergisiyle anılır? Saim Bugay kukla sanatçısı değildir ama onun yolunu kuklayla kesiştiren ve nihayet ülkemizde bir ilk olarak Kukla ve Gölge Oyunları Sanat Dalı’nı kurmasıyla sonuçlanan sebepler vardır.
Her şeyden önce onun yaşama ve üretme prensibine bakmak yeterince açıklayıcı olur aslında: Aklın tekerleğini kullanarak ve oynayarak üretmek.
Bu “oyun oynama” meselesi basit görünse de onun sanatında çok önemli bir yer kapsar. Çocuk gibi, keyif alarak, keşfederek, “mış gibi” yaparak üretmek ve sonuçta izleyiciyi de duruma dahil ederek bu süreci sonsuz kılmak... Sanatçı nitekim özellikle son dönem çalışmalarında izleyiciyi bir yerde heykel üzerinde söz sahibi kılmış, onunla oynatmış, hareket ettirtmiştir.
“Şimdi, öyle laflar var: ‘Ben kendim için yapıyorum.’ Hayır, ben kendim için yapmıyorum. Yani birilerine bir şey söyleyebilmek, anlatabilmek için, seçtiğim kavramı başkalarına söyleyebilmek için yapıyorum” diyen sanatçı için, kukla, aynı zamanda söz söylemenin, düşündürmenin keyifli bir yoludur da.
Saim Bugay’ın sanatında biçim ve fikir olarak heykel ve kuklanın buluşma noktaları böyle özetlenebilir.
Yanı sıra “hayatın gerçekleri”…. Saim Bugay'ın doğrucu duruşu, siyasi kimliği, çağının önünde duran farkındalığı, sanatçı bilinci, O'nu pek çok kez sistemle çatıştırmış ve haklı terklere sebep olmuştur. Heykel bölümünde başlayan akademi yolculuğu da nihayet “onuncu” köyde; Sahne Dekorları ve Kostümü Bölümünde son bulmuştur. Öğrencilerine ve akademiye olan tutkusu (iyi ki de) ömrünün son zamanlarına kadar bu bölümde hocalığını sürdürmesini sağlamıştır.
Bu sergi, Saim Bugay’ın öğrencisi olmuş, sohbetine konuk olmuş, gönül bağı kurmuşların buluştuğu bir sergi oldu. Onu tanıyan pek çok kişi atölyesine oyuncak götürürdü. O da ziyaretçilerine, çalışma masasının arkasında biriktirdiği oyuncaklarının marifetlerini göstermeye bayılırdı.
Bugün Saim Bugay’ın anısına, onun karakterine uygun: eğlenceli, samimi, sahici bir sergide bir araya getiriyoruz “oyuncaklarımızı”.

  • Kuklalar (Saim Bugay’ın yetiştirdikleri)
  • Şu günlerde Tophane-i Amire’de bir sergi var.
  • Kim ne derse desin, bana göre çok önemli bir sergi…
  • Önemi nerden mi geliyor?
    Bir yerden değil, birkaç yerden…
    Anlatacağım:
    Daha dört yaşında bir çocuk düşünün kemanı çok seviyor. Evde bir tane var ya… O kendisinin olsun istiyor. Geçim durumları nedeniyle “Bana keman alın.” diyemiyor anasına babasına… O da kendi yapıyor tahtadan tellerden kemanını…
    Ortaokuldayken dönem aralarında bir tenekeci ustasının yanında çıraklık yapıyor. (Büyük Millet Meclisimizin çatısındaki bakır işlerinde elinin izleri var.)
    İşte böyle bir çocuk, Ticaret Lisesi’nde okuyor önce, sonra da Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulu’nda… Tez elden geçim parasını kazanması gerek çünkü… Liseyi bitirir bitirmez de, üniversiteye bile gitmiyorken işlik açıyor. Sonra da başlıyor onun bunun defterini tutmağa…
    Ama içinde onunla birlikte yaratılmış olanlar dışa vuruyor durmadan… Oyuyor, yontuyor, büküyor… Becerilerini ünlü yontucu Zühtü Müridoğlu’na gösteriyor. O da onu kendi okuluna, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne (şimdi Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Heykel Bölümü’ne) yönlendiriyor. Sınıfındakilerden büyük elbette… Olsun… Her yıl ödüller alıyor durmadan… Yılmıyor… Sınavla, birincilikle girdiği okulu birincilikle bitiriyor (1967)… Hem iş, hem geçim, (Çoluk çocuk bakıyor… Daha 19 yaşında evlenmiş.) hem eğitim olsa da…
    Bir yıl sonra Avrupa sınavını da kazanıyor. Ama engeller çıkarıyorlar, yollamıyorlar. Bir yıl sonra bir daha giriyor sınava, gene birincilikle kazanıyor… Söylenecek bir şey yok… Zorunlu yolluyorlar. 6 yıl süren Paris dönemi, gerçekten başarılı…
    Dönüyor yurda… Öğretim üyesi olarak almaları gerek ya almıyorlar… (Kuzgun Acar’ı da almamışlardı.) Oysa o kararlı… Uğraş, savaş, inatlaşma… Sonunda öğretim görevlisi (üyesi değil) olarak alıp kukla sınıfı kurduruyorlar.
    Bir sürü yontu yaratıyor, bir sürü sergi açıyor, Tüyap fuarı onu “yılın sanatçısı” seçiyor. Aziz Nesin, Nazım yontularını görün derim. Nerede mi? Sergide…
    Hiç gördünüz mü kuklalarını Saim’in?
    Örneğin bir Metin Deniz kuklası var, kendisinden daha Metin Deniz…(Metin Deniz kızmaz bana böyle dedim diye… Çünkü gerçekten öyle…)
    Bir sanatçı kişinin üreteceği en önemli yapıt ne olabilir kendi dalında ürettiklerinin ötesinde?..
    Öğrenciler, çıraklar…
    Bedri Rahmi’yi de ben bu yüzden çok sevmiş, saymıştım. O da kendisinin kopyası olmayan, her biri bir başka kişilikte, özgünlükte sanatçılar yetiştirmişti… Bugün hepsi de ayakta, bir kimlik, kişilik…
    Saim benim yaşımdaydı…
    Saim ile bir gün oturduk uzun uzun söyleştik. Sözlerimiz koca bir betik oldu. Birkaç yapıtı karşılığında basmışlardı betiği…
    Ona her şeyi sordum. Oradan biliyorum kimi ayrıntıları… O her şeyden önce benim dostumdu, arkadaşımdı. Ama bundan ötürü yazmıyorum şimdi bu yazıyı. Onun övülmeğe hiç gereksinimi yoktu… Gene de biz, onun örneği üzerinden, tüm sanatçılarımıza neler çektirdiğimizi, onları nasıl engellediğimizi bilsek geç kalmadan. Azıcık düşünelim şu son söylediğim üzerine… O zaman orda burda konuşurken bile sözcüklerimizi seçeriz belki de… “Ucube” falan demeyiz. (“Dinimize küfreden bari Müslüman olsa!” demişler ya.)
    Saim öğrenciler yetiştirdi.
    Onu anlayanlar kuklalar yaptılar.
    O öğrenciler yaptıkları kuklalarla Saim’i anmak istediler. Uzun uzun çalıştılar. Kuklalar yarattılar. İşte görmenizi dilediğim Tophane-i Amire’deki bu sergi… Bir köşeye de Saim’i oturtmuşlar, bir masanın başına… Masanın üzerinde de son “Eşşoğlueşşekler” sergisinden bir eşek var. Daha kimler var kimler… Neyzen Tevfik ile Kuzgun Acar uçan bir kuşun sırtına oturmuşlar Saim’i arıyorlar örneğin…
    Kolay mı bulunur bir Saim, bir Kuzgun, bir Neyzen… Oysa biz acılardan acılar seçip çektirdik onlara…
    Şimdi de hep birlikte arıyoruz işte onları…
    Asıl arayan kim?
    Genç kuşak…
    Yaşayın be çocuklar!
    Ustalar böyle anılır işte… Öyle güzel bir örnek verdiniz ki… Umutlar doldurdunuz yüreklerimize.
    Bu öykümü burada bitirecek değilim… Bu kukla öyküsü çok önemli…
    Neden?
    Anlatacağım…

    Cengiz Bektaş
    Güncelleme tarihi: 2011-02-28 02:00:33


17 Ocak 2011 Pazartesi

SURNAME 2010




İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarının açılış oyunu SURNAME 2010









Kocasının ölümünün ardından açtığı sahafında, özel bir nedenle geceyi bekleyen Sühendan Hanım, kocasına ait hiç görmediği notlarla karşılaşır. Bu notlar, kocasının kendisi için düşündüğü “sözde şenliğe” dair fikirleri içermektedir. Yazılanları şaşkınlıkla okumaya başlayan Sühendan Hanım; kendisini bir düşün içinde, geçmiş ile bugünün İstanbul’u arasında gerçekleşen bir şenliğin tam ortasında bulur.








Surname 2010


Çok küçüktüm. Daha doğru düzgün yürüyemiyor muydum ne... İzmir’de tam Üçyol’a bir meydan kurulurdu. Meydanın ortasında da koca bir çadır. İçinde türlü hünerler, gösteriler... Ben ağzı açık seyreder, gıpta ile, kıskançlık ile düşler kurardım içinden o çadırın geçtiği.

Çok küçüktüm. Son yazlık sinemalara ağabeyimle, ablamla kaçar, gizliden çiğdem çitleyerek filmler seyrederdik. Yaşar Usta’ları, Ferit’leri, Güdük Necmi’leri, Şekerpare’yi, Vecihi’yi... Gülerdim. Ama nasıl çok gülerdim. Oradaki herkes gülerdi. Görseniz, sanki birbirini hep çok sevmiş insanlardı tahta sandalyelerde yan yana oturup kahkahalar atan.

Çok küçüktüm. Yolun köşesinde bir boyacı çocuk; sandukası devrilmiş, boyaları dağılmış, çökmüş olduğu yere ağlardı. Herkes koşardı boyacının yanına, elbirliği ile dağılan eşyalarını toplar, çocuğa da üç beş kuruş verip sırtını sıvazlardı. Sonra hep beraber silinirdi dağılmış boyanın yerde yarattığı iz. İsmini bilmediğimiz sübyana, omuz omuza sahip çıkardık biz.

Çok küçüktüm. Güzelbahçe’de, evlerin ortasında koca bir masa. Masanın üstünde herkesin evinden getirdiği yemekler. Bir yandan şarkılar söylenir, bir yandan sohbetler edilirdi. Birinin derdi varsa, gözyaşı herkesin içinden geçer, toprağı öyle delerdi. Komşusu açken, tok yatan olmazdı. Herkesin yüzü gülmeden, kimse gidip uyumazdı.

Büyüdüm bir ara. İstanbul’a gelmek icap etti.

İstanbul, büyüklüğüme denk geldi. Kayboldum. Yalnızdım. Anlamadım. Kalabalıktı. Görmüyordu kimse kimseyi. Sanki İstiklal, bir ruhlar resm-i geçidiydi. Sevmedim şehri! Sandım ki, kabahat İstanbul’un... Hâlbuki büyümüştüm...

Bu oyun, bir özür. Bir hatırlama. Bir barışma vesilesi… İstanbul’la... Birbirimizle...

Yüreğimizde bir boşluk. Boşluğun içinde koca bir şenlik. Şenliğin içinde ortak gördüğümüz bir düş.

Özlediğimiz her şey! Bir arada durmak. Yan yana, fark olmaksızın.

Çevrenize bakın. Yanınızdakine, yörenizdekine.

Çekin tutun kolunu. Bırakmayın.

Sarılın. Benden söylemesi.

Sımsıkı sarılın.

Ortak aklın, ortak emeğin ürünü... Bir ekip ve emek oyunu. Beğendiğiniz her şey, ekibin başarısıdır. Beğenmediklerinizse benim kabahatim.

Düş sizin, gerçek sizin.

Şenliğinizi başlatın.

Düşmemek için...

Birbirinize sahip çıkın...


Yiğit Sertdemir







Proje Üstüne


Dev kuklaları kullanarak Osmanlı şenlikleri ile ilgili bir proje yapmak uzun zamandır hayal ettiğim bir şeydi. Ayşenil Şamlıoğlu’nun surnamelere ve şenliklere olan merakı, bu konuda Yiğit Sertdemir’den bir proje istemesi harika bir olay olarak karşıma çıktı.

Osmanlı şenliklerini içinde hapsolduğu surnamelerden çıkarıp bugüne getirmek ilk hareket noktamızdı.

Oyunda kullandığımız kukla ve maske tasarımlarının bir kısmını önceden çizdiysem de çok büyük bir kısmı prova öncesi çalışmaların, provalar sırasında çıkan doğaçlamaların ve fikirlerin sonucunda şekillendi. Şehir Tiyatroları atölyelerinde üç aylık aralıksız ve uzun çalışma saatleri boyunca sürdürülen bir üretim sonucu tasarımlar gerçekleştirildi.

Tüm dünyada daha çok geçit törenlerinde kullanılan dev kuklaları bir tiyatro oyununun içine taşımak, bazen yedi oyuncunun aynı anda manipüle ettiği kuklaları tasarlamak zordu ancak bir o kadar da geliştiriciydi.

Bana inanıp tüm tasarımlarımda beni özgür kılan yönetmenim Yiğit Sertdemir’e, bu projede gecesini gündüzüne katıp asistanlığımı yapan sevgili Sedef Kermen’ e, büyük özveriyle çalışan realizatörlerimiz Bahri İridağ, Nevin Sağırosmanoğlu ve Gökçe Okay Delagrange’a, tasarımların hayata geçirilmesinde büyük emekleri olan heykeltıraşlar Özlem Aksar, Eda Taşlı, Başak Günaçan, Nevin Köksal ve Hülya Genç’e, mehter takımı mekaniğinde yardımlarıyla bana destek olan eşim Savaş Balaban’a, tüm Şehir Tiyatroları atölyesi çalışanlarına ve tabii ki kukla ve maskeleri gerçek kılan oyuncu arkadaşlarıma destek ve emekleri için teşekkür etmek isterim.

Bir kukla sanatçısı olarak umarım ki büyük bir çaba ve özveriyle gerçekleştirdiğimiz oyunumuz, çocukların olduğu kadar yetişkin seyircinin de kukla tiyatrosuna olan ilgisini arttıracaktır.


Candan Seda Balaban







Proje Tasarımı : Yiğit Sertdemir-Candan Seda Yalım Balaban

Yazan, Yöneten : Yiğit Sertdemir

Maske, Kukla, Kostüm Tasarımı : Candan Seda Yalım Balaban

Müzik, Ses Tasarımı : Selim Can Yalçın-Barış Manisa

Işık Tasarımı : Mahmut Özdemir

Koreografi : Özgür Tanık

Şarkı Sözleri : Yiğit Sertdemir

Proje Danışmanı : Engin Uludağ

Oyuncular : Semah Tuğsel, Mehmet Soner Dinç, Mana Alkoy, Seza Güneş, Uğur Dilbaz, Zeynep Göktay Dilbaz, Ayşem Yağmur Ulusoy, Can Alibeyoğlu, Derya Keykubat, Derya Yıldırım, Elyasa Çağlar Evkaya, Eraslan Sağlam, İrem Erkaya, Mert Aykul, Özgür Atkın, Özgür Tanık, Seda Fettahoğlu, Şeyda Arslan, Yiğit Sertdemir, Engin Akpınar

Yardımcı Yönetmen : Aslı Öngören

Yönetmen Yardımcıları : Eraslan Sağlam, Semah Tuğsel, Barış Çağatay

Çakıroğlu, Özgür Dağ

Asistanlar : Ayşem Yağmur Ulusoy, Can Alibeyoğlu, Ceren Hacımuratoğlu, Derya Keykubat, Derya Yıldırım, Mana Alkoy, Mehmet Soner Dinç, Mert Aykul, Özgür Atkın, Seda Fettahoğlu, Seza Güneş, Şeyda Arslan, Uğur Dilbaz, Zeynep Göktay Dilbaz

Maske, Kukla Tasarım Uygulama : Bahri İridağ, Nevin Sağırosmanoğlu, Gökçe Okay Delagrange

Efekt Uygulama : Can İşitmen

Sahne Teknisyenleri : Seyit Kırdı, Sinan Kırdı, Mehmet Polat, Şaban Taşkın, Mahsuni Bülbül, Bilal Murat

Aksesuar Sorumluları : Fikrettin Akgün, Remzi Timur, Mustafa Kembil

Butafor : Bahri İridağ, Hülya Genç, Nevin Köksal, Ferdi Alptekin, Sedef Kermen, Özlem Aksar, Eda Taşlı, Başak Günaçan

Gönüllü Asistanlar : Tayfun Cengiz, Cemile Yoldaş